YAKUP OKUMUŞOĞLUNUN GÖZÜNDEN…
Bir ekolojist, Bir hukukçu, bir Çamlıhemşinli olarak Çamlıhemşin Dergisi tarafından dergiye yazı yazmam önerildiğinde nereden başlamak gerek dedim.
Belki bu ilk yazı olduğundan 'göz'ün neler gördüğünden başlamalıyız. Daha sonra çevre ve doğa koruma hukukundan, bu hukukun esasında neyi koruduğundan bahsetmeliyiz. Bir ekolojist olarak sorunu ortaya koyabilmek için belki de insanın ne olduğundan ve nerede konumlandığından başlamak lazım.
Dünyamızın 4.5 milyar yıldan daha yaşlı olduğunu biliyoruz. [1]
İnsanoğlu ise, 4.5 milyar yıllık uzun bir sürecin ortalama son 35 bin yılında ortaya çıkmıştır. Dünyanın yaşına göre çok kısa bir zaman diliminde ortaya çıkan bizler bugün dünyanın sahibi olduğumuzu iddia ediyoruz.
İnsanoğulları o kadim zamanlarda kendisine tehdit gördüğü diğer canlılara karşı birlik olmak gereğini öğrenmiş önce. Birlik olanlar zamanla kabileye dönüşmüşler. Kabile olmak yaşadıkları bölgelerde kendilerine güvenlik yaratmış. Kabilenin gücü nüfustan geldiğinden hızla nüfus artmaya başlamış. Nüfus artınca, nüfusu beslemek için daha geniş alanlara yayılma gereği çıkmış, bu sefer de diğer kabilelerin yaşam alanlarını ele geçirmek için güç birlikleri kurulmuş, kurulan birlikler ise daha güvenli, gıdaya daha kolay ulaşabilecek yer arayışları ile sürekli göçlere başlamışlar. Gidilen her yerde ise orada olanlarla yer kavgalarına, savaşlara tutuşulmuş. Hem kendi türüne, hem de diğer türlere karşı güçlü olmak var oluşundan beri insanoğlunun ilk amacı olmuş. Yakın çevresinde kendisine rakip güç kalmadığı dönemlerde nüfusunu artırmış, yiyecek için daha fazla tarım arazisi ihtiyacı olmuşsa ormanları kesmiş, zamanla sulak alanları kurutmuş, yetmemiş suyun olmadığı tarım alanına suyu götürmek için bu gün bildiğimiz barajların ataları setleri yapmış. Zaman içerinde doğan ihtiyaçlarını bir şekilde tabiattan karşılamayı öğrenmiş. Süreç içinde toplu yaşam alanları kentlere dönüşmüş, kentler arasında ulaşım ihtiyacı ile yollar, yolların varlığı ve öğrenilmesi ise ticarete neden olmuş, ticaret ise nihayet parayı icat etmiştir. Paranın ortaya çıkması ise gücün tanımını değiştirmiş, nüfusa ve üretime bağlı topluğunun gücü, paranın toplandığı ele geçmeye başlamış, neticede kollektif güçten birey olan “güç”e evrilinmiştir. Birey güçler ise zaman içerisinde gücün korunması ve artırılması için üretimi tek ele almaya başlamış ve neticede üretim güçleri ve para da “tek eller” de toplanmaya başlayarak feodal dönemlere kadar gelinmiştir.
Gücü paylaşmak isteyenlerle gücü tek elde tutmak isteyenler arasında sürekli bir çatışma insanoğlunun kaderi haline gelmiş, bu çatışmadan ise modern sayılabilecek alet edevat üretimi, paralelinde daha güçlü silahlar ortaya çıkmıştır.
Neticede son 1000 yıl içinde bu türden alet ve edevat üretimi yanında silahlanma güç dengelerini de değiştirmiş, sonu gelmeyen savaşlar olmuştur. Son 300 yıl içinde üretim; üretilen alet edevatların bir araya getirilmesi ile makinaları, makinaların ortaya çıkması ile daha çok üretim yapabilme imkanı ortaya çıkarmıştır. Daha çok üretim; nüfusu artırdığından daha çok yaşam alanı, daha çok kent, daha çok hammaddeyi ihtiyaç haline getirmiştir. Hammadde ise daha çok su, daha çok toprak şeklinde bir kısır döngüye, neticede gücün devamı için bu kısır döngüyü sürdürecek sistemlere, en son noktada ise sistemin kendisinin koca bir makineye, makine de tüm dünyayı bir hammadde alanına döndürmüştür.
İnsanlık da bu süreç içerisinde kaçınılmaz olarak bu koca makinenin dişlileri haline gelmiş ve ait olduğu çarkın işlemesi için kendisini bir enerji kaynağına döndürmüştür. Bu uğurda ne yazık ki havayı kirlettik. Toprağı kirlettik. Suyu kirlettik. Öyle bir kısır döngü oluştu ki insanın kendisi dahil olmak üzere dünyadaki var olan her şey birer mal, birer nesne, birer hammadde, birer enerji kaynağı haline geldi. 150 yıl öncesine kadar ten rengi nedeni ile siyah derili insanları birer mal (köle) olarak gören anlayış; ironik ama medeniyet, uygarlık ve insan hakları kavramları ile “işçi” dediğimiz daha gelişmiş bir statüyü köleliğin yerine icat etti. Sözde köle statüsü kaldırılırken esasında tüm insanlığın köleleştirildiği bir gerçekliği göremedik...
Bütün bunları ise dünyanın var olduğu yaklaşık 5 milyar yıllık sürecin son 35.000 bin yılında başarmışız. Bir oranlama yapsak ve dünyanın var olduğu günden bu güne kadar olan zamanı 24 saate bölsek, bizler yani insanoğlu; gece yarısına ancak iki dakika kala var olmuşuz. İşte bu kadar kısa bir zaman diliminde bütün bu çevremizde gördüklerimizi var etmişiz. Bu kadar kısa sürede var ettiklerimiz hayranlık verici olmasına rağmen henüz gece yarısı dahi olmadı. Ne yazık ki gece yarısına varamadan bile kendi türümüzü yok edebilecek bir kabiliyete de ulaştık.
Bir insan olarak baktığımda bu kadar kısa sürede yapabildiklerimize hayret etsem de, bir ekolojist, bir doğacı olarak baktığımda 5 milyar yıldır oluşa oluşa yaşam için mükemmel bir dengeye ulaşmış gezegenin sadece bizim türümüze değil, bilinebilen 83 milyon tür canlıya da yaşam alanı sunduğunu görüyorum. 5 milyar yıllık zaman çizelgesinin son iki dakikasında ortaya çıkan bizlerin bu iki dakika içinde gezegenin tüm türlerini tehdit etmekte olduğumuzu, pek çok türün yaşam alanlarını ele geçirerek türlerini devam ettirecek doğal ortamlarını ortadan kaldırdığımızı, soylarını ortadan kaldırdığımızı da görüyorum.
İnsanoğlunun, son 3-5 bin yıl içinde oluşturduğu dil ve zeka ile; doğayı, canlıları, yaşam döngülerini tanımlıyor, kataloglara ayırıyor; türleri sınıflandırıp birini ötekine yeğliyor, bir doğal yaşam alanını bir başka doğal yaşam alanı ile kıyaslıyor, değer biçiyor ve değersizlik üzerinden daha değerli görülen suni ekonomik değerler için feda ediyoruz. Asıl değerli olanın yaşam olduğunu ıskalayarak,insan dili ile insan ihtiyaçları üzerinden doğanın katagorize edilmesini, tanımlanmasını biz ekolojistler kabul edilemez buluyoruz. Milyonlarca yıldır var olan türlerin bizden daha yaşlı türler olmasına rağmen varlıklarını devam ettirebilmesindeki zekayı ıskalarken kendi canlılığımızı da ıskalayıp koca bir makinenin dişlilerine dönüştüğümüzü, kendimiz dahil tüm canlıları, dahası keşfedilen evrendeki tek yaşam alanı olan bu gezegenin yaşam sunan olanaklarını her geçen gün hızlanan bir kısır döngü ile, her gün daha hızlı tüketmekte olduğumuzu söylüyoruz. Gerçek ya da suni ihtiyaçlardan kaynaklanan korkunç miktardaki bu tüketimi dünyanın doğal kaynakları ile karşılayabilmesinin artık sürdürülemez olduğu bir gerçeklikle karşı karşıyayız. Gerçekten de bir hesaba göre tüketimin bu hızla devamı için 2.5 milyon dünya daha gerekmektedir, ama elimizde sadece bir tane var!
Bu gerçeklik karşısında bir ekolojist ve hukukçu olarak, karaya vurmuş milyonlarca deniz yıldızından atabildiği kadarını denize geri atmaya çabalayan insanın ruh halindeyiz. Milyonlarcası karaya vurmuş deniz yıldızlarından, denize geri atabildiğimiz deniz yıldızları için oluşan farka tutunuyoruz. Biliyoruz ki hepsi değil ama denize dönenler için bir umut var! Devam edeceğiz yazmaya.
[1] Dünya üzerinde bulunan en eski hayat izi, Grönland'ın güneyinde bulunmuş ve 3.8 milyar yıllık bir bakteri fosilidir. Liken (yosun) benzeri canlıların 2.5 milyar yıl yaşında olduğu hesaplanmıştır. İlk çok hücreli hayvanlar ise 600 milyon yıldan önce denizlerde ortaya çıkmışlar. İlk omurgalılar ise yaklaşık 500 milyon yıldan önce gene denizlerde görülmüşler. 400 milyon yıldan biraz daha önce ise bildiğimiz bitkiler ortaya çıktı. Hemen hemen 320 milyon yıl kadar önce ilk sürüngenler oluştu. Bilim adamlarının insanın atası olduğunu söylediği insanımsı yaratıklar(Hominit) yani bugünkü lemurlar, maymunlar ve insanlar yaklaşık 50 milyon yıl önce ortaya çıkmıştır.
Kaynak; Çamlıhemşin Dergisi 4. Sayı Sayfa; 115