MURAT KARAYALÇIN İLE SİYASET DIŞI HİKAYELER...

Aşağı Kaydırın
ÇAMLIHEMŞİN DERGİ 7.SAYI
  • 153
Yazı Boyutu:
Yazdır

MURAT KARAYALÇIN İLE SİYASET DIŞI HİKAYELER...

Çeviri; Nurdan BAŞ

Murat Karayalçın Kimdir?

Rize Çamlıhemşinli bir ailenin oğlu olarak 1943 yılında Samsun'da dünyaya geldi. İlk ve orta öğrenimini Ankara Mimar Kemal İlkokulu ve Ortaokulu’nda, liseyi ise Ankara Gazi Lisesi’nde okudu. ODTÜ'de 1963-1964 döneminde İngilizce hazırlık eğitimi gördü, 1964 yılında girdiği Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İktisat-Maliye Bölümü’nden 1968 yılında mezun oldu. DPT'de uzman yardımcısı ve uzman olarak çalıştı, İngiltere'de kalkınma ekonomisi üzerine yüksek lisans derecesi aldı. 1978-1979 yıllarında Köy İşleri Bakanlığı’nda müsteşar yardımcılığı görevini yürüttü.
1986-1987 yılları arasında Uluslararası İskân Konseyi yönetim kurulu üyeliği, kurulduğu tarih olan 1988 yılından 1993 yılı Eylül ayına kadar Türkiye Kent Kooperatifleri Merkez Birliği'nin genel başkanlığı görevlerini sürdürdü.
Ankara’da Türkiye’nin ilk uydu kenti olan “Batıkent” projesini yönetti.
1986 yılında İngiltere’de Birleşmiş Milletler’in Dünya Konut Yılı Ödülünü alan Karayalçın, aynı yıl Nokta dergisi tarafından yılın iş adamı seçildi.
1987 ve 1991 yıllarında Türkiye'nin dış tanıtımına yaptığı katkılar nedeniyle TÜTAV ödülüne, 1993 yılında Fransız Hükümeti tarafından Legion D'honneur şövalye nişanına layık görüldü.

 Nurdan Baş, Murat Karayalçın ve Metin Gültan

26 Mart 1989 tarihinde yapılan yerel seçimlerde Sosyal Demokrat Halkçı Parti'den (SHP) Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı seçilen Karayalçın, bu görevini Eylül 1993 tarihine kadar sürdürdü.
Karayalçın, Sosyal Demokrat Halkçı Parti’nin (SHP) 11 Eylül 1993 tarihinde yapılan 4. Olağan Kurultayı’nda genel başkan seçildi.
Cumhuriyetin 50. hükümetinde Başbakan Yardımcısı, Devlet Bakanı ve Dışişleri Bakanı olarak 1994-1995 tarihleri arasında görev yaptı.
1995'te SHP'nin CHP ile birleşmesinden sonra genel başkanlıktan ayrıldı.
24 Aralık 1995’te yapılan seçimlerde “Samsun Milletvekili” seçildi.
2001 yılı mart ayında CHP’den ayrıldı ve 2002 Mayıs ayında Sosyal Demokrat Halk Partisi’nin Genel Başkanı oldu ve bu görevi 2008 Kasım ayına kadar sürdürdü.
Murat Karayalçın 1999 yılından bu yana Bilgi Üniversitesi, Atılım Üniversitesi, Başkent Üniversitesinde Kamu Yönetimi, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler dallarında ders verdi.  2009 yılından bu yana da KKTC Girne Amerikan Üniversitesinde ders vermektedir. Evli ve bir çocuk babası olan Karayalçın’ın nüfus kaydı Rize’dedir.
Murat Karayalçın’ın yaşam öyküsü Zehra Yılmaz tarafından kitaplaştırıldı.

 
Karayalçın ve ailesinin daha evvel çıkmış olan yaşam öyküsü 

“Çinçiva”  (Köyünün adı) İsminin Roma’dan Geldiği Bilgisinin Kaynağı Nedir?

Bunu bana amcam anlattı. Amcam Ankara Hukuk Fakültesinde öğretim üyesi, profesör. O zamanlar daha dekan olmamıştı. 1973’te Hamburg Üniversitesinde misafir profesör olarak ders veriyordu. Ailesiyle gitmişti ve yaklaşık bir buçuk yıl kadar orada kaldı.  Ben, Devlet Planlama Teşkilatında uzman olarak çalışıyordum. BM’lerin bir eğitim programına gönderilmiştim. Eğitim dönüşünde Hamburg’a geçtim ve birkaç gün amcamla kaldım. Bunun hikayesini amcam orada anlattı. Amcam kütüphaneye çok meraklı birisiydi. Hukukçu olmasına rağmen tarihsel araştırmalara merak salmış biriydi. Kütüphaneleri çok sever oralarda huzur bulurdu. Karadeniz’i çok severdi. Çok bağlı biriydi. O bilimsel yönü dışında güçlü bir Karadenizlilik ve hemşerilik bağlantısı kuvvetli biriydi. Karadenizliliğiyle, Rizeliliğiyle Hemşinli olması ile hep kıvanç duymuş biriydi.  Hep Karadeniz’le Hemşin’le Rize tarihi ile ilgili araştırmaklar yapardı. Fırtına vadisi tarihiyle ilgili kaynaklar bulmuştu. Orada Roma döneminde görev yapan Çinçiyus adına bir validen söz ediliyormuş. Sevilen bir valiymiş. Bunlar aklımda kaldı. Nasıl oldu da o sevilen valinin adı bizim köyümüze verildi bilemiyorum ama Çinçiva Köyünün adı oradan geliyor. Amcam da bizim köyün adının oradan gelmiş olabileceğini düşündü. Bunun ne kadar doğru olup olmayacağını bilemiyorum. Hangi Roma? Eğer Trabzon Rum imparatorluğu ise oranın valisin adının Çinçiyus olması doğru değil bu Latince bir isim çünkü. Parantez içinde söyleyeyim; etimoloji alanında çalışmalar yapmış olan Ermeni araştırmacı Sevan Nişanyan’ın Adını Unutan Ülke diye bir kitabı var. Ya onun kitabında okudum ya da Lazca Yer Adları kitabında okudum. Türkiye’nin bütün köylerinin yer adlarını veriyor hangi kitapta anımsayamadım ama Çinçiva’nın Lazca isim olduğu iddia ediliyor. Bir iddiaya göre Latince bir iddiaya göre Lazca… Ama Rumca değil. Trabzon Rum İmparatorluğu döneminde bizim orada valilik yapan birinin adının Latince olması mümkün değil. Ya Yunanca ya Grek ya Rumca olması lazım. Dolayısıyla öyle bir bağlantı kuramıyorum.

Çinçiva adı için Lazca bir bağlantı da kuramıyorum ama bizim de köyün önemli olduğunu düşünüyorum. Şu nedenle düşünüyorum bizim o kemer köprünün tarihi 1696… Bu olacak iş değil. O tarihide bizim köyde bir köprü niye yapılır? Araç köprüsü değil. At ve insan için yapılan köprü için de belli bir nüfus kalabalığının olması gerekir. Yoksa niye yapılsın? Mühendislik hesaplarına göre 1696 yılında yapılmış. 2. Viyana bozgunundan kısa bir süre sonra… Mutlaka bir yoğunluk vardır diye düşünüyorum. İkincisi şu bu resim Trabzon’da çekilmiş ve 1907 tarihli.

Çinçivanın kadıları


Bir tanesi benim dedem Galip Karayalçın bir tanesi Hamdi Danişoğlu, Lazistan Milletvekili Necati Memişoğlu, diğerlerini tanımıyorum. Sarıklı olanlar Çinçiva’dan çıkmış eğitim almış ve İstanbul’a gitmişler. Müthiş bir şey… Bir köyden bu kadar kadı çıkıyorsa o köyde bir şey var demektir. Fotoğraf göreve çıkmadan önce Trabzon Limanında anı olarak çekiliyor. 1911’de İttihatçıların yönetimde olduğu dönemdi. O dönemlerde Çinçiva ve Havalisi Eğitim ve Yetiştirme Derneği kuruluyor. (HEMŞİN TERAKKİ VE TEALİ CEMİYETİ) Bu olağan üstü bir şey.  Çinçiva’da o dönem okul var. O okuldan mezun dedem 1880 doğumlu ve dedemin de içinde olduğu bir grup 1911 de eğitim derneği kuruyorlar. 1947 de Ankara’da o dernek tekrar kuruyorlar. Diyeceğim parıltılı bir köy. Eğitime önem vermiş. Önemli insanları yetiştirmiş.

 
Rüştiye

“Ben Samsun’dan teyzemle birlikte iki kez köye gittim. 1950’lerin başıydı. Tevfik İleri de o dönemde ya Bayıdır ya Ulaştırma bakanıydı. Gemiyle Pazar’da indik. Sandallarla kıyıya çıktık. Orda tuzsuz denen yerden dereden yukarı gittik. Tevfik İleri’nin köyü olan Gunno Köyünden akşamüzeri katır sırtında Üsküp Dağını aşıp bizim köye Çinçiva’ya geldik. 1696 yılında köprü yapılan köye 1950’li yıllarda bu şekilde gidebildik. Uzun bir yolculuktu.”

Yetim Hoca Hakkında Neler Söylemek İstersiniz?

İkizdereli bir hoca olduğunu biliyorum. Erzurum’a yerleşmiş. Galip dedem fırıncı olsun diye gönderiliyor, orada okuyor. Yetim Hoca dedeme sahip çıkıyor oradan İstanbul’a gönderiliyor. Yetim hoca okuttuğu öğrencilerinden ücret almazmış. Galip dedem çok parlak bir öğrenciydi. Fırıncılık işi için çıktığı Çinçiva’dan fırıncılığı bırakıp İstanbul'a hukuk okumaya gitti. İstanbul'da, Çinçiva’dan gelip de eğitim gören yalnız dedem değildi. Hamdi Danışoğlu dedem ve birkaç akraba çocuğu da aynı dönemde İstanbul'da yetiştiğini biliyorum. Dedem, hukuk eğitimini tamamladıktan sonra kadı olarak Anadolu'nun çeşitli yerlerinde görev yaptı.

ÇEBİ Kızları Hakkında Neler Söylemek İstersiniz?

“Karayalçın, Danışoğlu ve İleri aileleri, Çebi kız kardeşler üzerinden kardeş çocuklarıdır.”

Öykülerini bilmiyorum ama ben de o torunlarda biriyim. Tevfik İlerinin annesi Galip Karayalçın’ın annesi ve Hamdi Danışoğlu dedemin annesi Çebi’dir. Üç Çebi kız kardeş... Benim Tevfik İleri ile olan akrabalığım buradan gelir. Tevfik ileri ile benim babam teyze çocukları oluyor. Çebi kızları bizim oraya niye gelmişler onu bilmiyorum. Trabzon’dan geldiklerini ve merkezlerini Trabzon Araklı olarak düşüyorum. Trabzon’dan bizim oraya gelenlerde olmuş bizden oraya gidenlerde var. Sararlar, Eyüpoğluları gibi…. Gelişler gidişler var. Ayrıca Çebilerle Çepniler ayrı diye biliyorum. Çepnileri kökenine baktığımızda gerçek Türkmenler, Alevi Türklerdir. Çebi olarak yalızca bu üç kardeş mi gelmiş başkaları da gelmiş mi belirsiz. Celal dedem (Tevfik İleri’nin babası) asıl soyadı Celal İmamoğlu’dur. Bizim soyadımız Karamustafaoğlu, Hamdi dedemin soy adı da Danışoğludur. Celal dedemin eşi mülkiyeli birinin kızıydı. Babası kaymakamlık yapmış olabilir valilik yapmış olabilir nasıl oldu da tanışmışlar evlenmişler. O da ilginç bir detay.

 
Necip Danışoğlu

ALLAH BENİM SOYUMDAN GELENLERİN SİYASETTE NASİBİNİ VERMESİN!

“Allah benim soyumdan gelenlerin siyasette nasibini vermesin?” sözünü Babaanneniz Neden Söylemiş?

Ziya Hurşit’in asılmasında sonra söylemiş bir sözdür. Ziya Hurşit, Lazistan Milletvekili olarak ün salmış bir kişiliği vardı. Bu anlaşılan babaannemi de çok etkilemiş. O sıralarda hemşerilik akrabalık ilişkileri de önemli kuvvetli ve dikkate alınan duygulardı. Ziya Hurşit’in milletvekili olarak çalışmaları İzmir suikastını planlaması ve sonrasında asılması dönemin çok önemli bir hikayesiydi.

“Ziya Hurşit’in yedi ceddini bir şekilde taramış ve uzaklaştırmışlardı. Ailemizin de bunun etkilerini olumsuz yönde yaşadığımızı biliyorum. İlerleyen süreçte de siyasetin içinde aktif görev alan aile bireylerimiz için babaannemin; “siyaset bu aileye yaramıyor!” diyen sözleri hala kulağımdadır.”

Celal dedem de (Memişoğlu) Lazistan Milletvekiliydi ve onu Sinop’a sürmüşlerdi. Ben Celal dedemin Sinop’tan zaman zaman Samsun’a geldiğini hatırlıyorum. 50’lerin ortalarında Ankara’ya geldi. Sinop’tayken bir ara avukatlıkta yapmış. Sinop’tan sonra çok dostlarım oldu ve onlarda Celal dedemi çok sevmiş saymışlardı. Ziya Hurşit’in abisi de vali mesela. Hem Osmanlı hem Cumhuriyet döneminde valilik yapıyor. Çok önemli bir şahsiyet. Ziya Hurşit’in akrabalarından Günday’lar Eskişehir’e yerleşiyorlar. Daha sonraki yıllarda Günday ailesinden bir dönem belediye başkalığı yapılıyor. Ziya Hurşit’in asılmasından sonra dedem hakimdi ve birtakım olumsuzluklar yaşadı ve babaannem tamamen siyasette nefret etti.

“Babaannem köyden okuma yazma bilmeden çıkan bir kadındı ve harf devriminden sonra gazeteden kendi kendine harfleri sökerek okuma yazmayı öğrenen gördüğüm olağanüstü zeki bir kadındı.”

Çok geç yaşta böyle bir bedduada bulunuyor. Tevfik İleri 1946’da Rize’de bağımsız milletvekili adayı olunca babaannem kıyameti koparıyor giremezsin diyor. İstemiyor. Tevfik İleri de hala senin bedduan bana dua olacak diyor. Tevfik ileri 30’lu yaşlarda çok genç ve çok parlak bir isimdi. Parlak bir 10 yıl geçiriyor. Ulaştırma Bakanı, Bayındırlık Bakanı, MEB Bakanı TBMM başkan vekili… 40’lı yaşlarını böyle geçiyor. 27 Mayıs olunca babaannemin kıyameti kopardığını anlatıyorum. Girmeyecekti diye dövünüyordu. Tevfik İleri yargılandı. Yassı Ada yargılamaları aile olarak çok etkiledi bizi. Tevfik İlerinin mal varlığı diye devlet radyosunda yalan yanlış yayınlar yapıldı. Tevfik İleri Kayseri Cezaevinde 51 yaşında vefat etti ve beş kuruşu olmadan ölen biriydi. Çok trajik bir olaydı. Vefa apartmanını karayollarında ki mühendis arkadaşları yaptırdı.

MİLLİ EĞİTİM BAKANLIĞININ REDDEDİLMESİ
1961 yılında da Necip Danişoğlu dayım Rize’den senatör oldu. Yine babaannemin yeri göğü inlettiğini hatırlıyorum. İstemedi. Ferit Melen’in başbakanlığında ara hükümetler döneminde Prof. Dr. Yaşar Karayalçın amcama Milli Eğitim Bakanlığı teklif edildi, ancak bu kez babaannenin sözü geçti. Karayalçın annesinin rızasını alamadığı için bu teklifi geri çevirdi. Necip dayım senatör olurken de babaanneme çok dil dökmüştü. Hala elini ayağını öperim diyordu. 1962 yılında darbe olunca yine evde kıyametler koptu ben demiştim dedi. Darbede Necip dayımı bir arkadaşımın üvey babası Amerikalıydı onu evine kaçırdım. 27 Mayıs’ta pek çok akrabamız çok zarar görmüştü çok hakarete uğramıştı. Tevfik İleri’nin akrabasıdır diye… O yüzden benzer şeyleri yaşacağımızı düşünerek dayımı kaçırdım. Onu çok severdim ve önemsiyordum.

“1978 yılının başlarında ben müsteşar yardımcısıydım. Üçüncü Ecevit hükümeti dönemleri… Babaannem dedi ki; senin siyasete merakın olduğunu görüyorum benim böyle bir bedduam var bunu bilesin.”  Babaannenin bedduasının aksine ailenin siyasette daha alacak çok nasibi vardı. Murat Karayalçın’ın siyaset sahnesine çıkışına kadar ailenin yüzü siyasetten yana hiç güldürmemişti.

 Ankara’ya Gelişiniz Nasıl Oldu?

Ankara’ya geliyorum ilkokulu okumak için. Astım rahatsızlığım için ilkokulda okurken doktor tavsiyesiyle Ankara'daki dedemin yanına zorunlu nakil yapılıyor. Ankara’da eğitim hayatım devam ediyor.  Yazları da Gençlik Parkında Divan’da lokanta katipliği yaptım.  

Zaman Zaman Size Burnunuzla İlgili Sorular Gelmiş, Ne Cevap Vermiştiniz?

Neşeli bir cevap vermişimdir. Okulda Yakışıklı iskelet derlermiş benim için. Burnum benim bayrağım. Burnumla iftihar ediyorum, öneminin altını çizmek için bıyıklarımı kesmiyorum.

Bozkurt Rozetinin Hikayesini Anlatır Mısınız?

“ODTÜ hazırlıkta okurken heyecanlı bir milliyetçiydim, yakamda bozkurt rozeti taşırdım.”

Gençliğim de ben Turancıydım. Tevfik İleri’nin milliyetçi bir tarafı vardı. Tevfik İleri’yi Adnan Menderes Bakanlık görevinden aldığı zaman milliyetçiler kıyameti koparıyor. Benim Turancılığımın sorumlusu ise rahmetli İdris Yamantürk’tür. Bana Nihat Atsız’ın “Bozkurtların Ölümü” kitabını vermişti. Çok etkilenmiştim. Çok heyecanlandım ve Bozkurt rozeti takmaya başladım Liseden itibaren...
ODTÜ’yü kazanmıştım ve hazırlık okurken öğrenci temsilcisi seçildim. 700 öğrenci vardı hazırlıkta çok kalabalıktı. O zaman rektör Prof. Dr. Kemal Kurdaş’tı. Kendisi, doğrudan üniversiteye giren kolej mezunlarıyla, yabacı dil bilmediği için doğrudan00 giremeyip de hazırlık okuyan Anadolu’dan kazanıp gelen öğrenciler kaynaşsın diye böyle bir uygulama düşünmüş. Hazırlık okulunun bir öğrenci temsilcisi olsun istenilmiş. Temsilci, resmi bir örgüt olan üniversitenin öğrenci derneğinin de toplantılarına girsin,  orada alınan kararları da hazırlık okuluna taşısın diye düşünülmüş. Ben seçildim ve öğrenci derneği toplantılarına katıldım. Yakamda Bozkurt rozeti duruyor. Kemal Kurdaş’ı biliyordum ve kendisini çok da beğeniyordum. Onun davet ettiği bir toplantıda benim sürekli yakama bakıp durduğunu fark ettim. Sonra biz toplantıdan ayrıldık. Arkadaşım Korel Göymen daha (sonra da dostumuz oldu) bana rektörün bu rozeti istemediğini söyledi ve çıkarır mısın dedi. Hayır bu benim parçam dedim.

“Siyasalda okurken hem milliyetçi, hem komünist olan Sultan Galiyev'i keşfettim. Bana göre Sultan Galiyev'le Atatürk'ün birbirine çok yakın düşünceleri vardı. Galiyev'i okuduktan sonra solculaşma sürecine girdim. Bülent Ecevit'in “Ortanın Solu’’ ve Oscar Lange'ın “Ekonomi Politik”leri de beni çok etkiledi, böylece kafamda sistematik bir sol görüş oluşmaya başladı.

ODTÜ’de İngilizce olarak devam etmek ağır gelmişti. Ben başka bir yöneliş içine girmiştim. Siyasal Bilgileri tercih etmem gerekti. Sonuçta hayat çizgisi neyse o oluyor. Hazırlığı okuyup geçtiğim halde bıraktım. ODTÜ’yü bırakıp Siyasal Bilgiler Fakültesine Bozkurt rozetimle gittim. Orada benim milliyetçilik anlayışım değişti. Turancılığın doğru bir şey olmadığını gördüm. Doğru olanın Atatürk Milliyetçiliği olduğunu gördüm. Rozeti çıkarttım. Benim sola yönelişimin birkaç kaynağı var. Bir tanesi Sultan Galiyev’dir. Adını ilk kez Şevket Süreyya Aydemirin “Suyu Arayan Adam”  kitabında gördüm, okudum. Kitap 1920’de Bakü’de yapılan doğu halkları kurultayından söz ediyordu. Müthiş bir kurultay! O sırada ben hala Turancıyım. Milliyetçi komünist diye Galiyev’den bahsediyordu. Çok dikkatimi çekti. Şevket Süreyya Aydemir’in yolunu gözlemeye başladım. Sakarya’da Bilgi kitapevi vardı. Orada gelip oturur dediler ve bir gün kendisini yakaladım. Sultan Galiyev’le ilgili bilgi istiyorum dedim. Onun hayatını, düşüncelerini öğrenmek istiyorum dedim. Aclan Sayılgan’ın bir kitabı var onu okuyun dedi. Küçük bir kitap ve Sultan Galiyev’i anlatıyor. Yıl 1966-1967… Esat Güçan diye bir arkadaşım vardı. Esat’la hala dostluğumuz devam ediyor. Aynı düşünceleri taşıdığım bir arkadaşımdı.  Biz birlikte Aclan Sayılgan’ı evine gittik ve onu Sultan Galiyev hakkında Mülkiye’ye konuşma yapmaya davet ettik. Geldi ve bir konuşma yaptı. Konuşmasını bitirdi. Sorusu olan var mı dedi. Arkadan İlber Ortaylı’nın sesini duydum ve İlber ona soru sormaya başladı, kendine ait üslubuyla.  Aclan Sayılgan kendisini sahneye çağırdı. Sonra Esat’a bana baktı ve İlber buradayken beni niye çağırdınız ki dedi. İlber orada çok güzel bir konuşma yaptı. Ben onu okuyarak sol düşünmeyi içselleştirmeye başlamıştım.

İkincisi ise Oscar Lange'ın Ekonomi Politikleri kitabını okumaktı. Siyasal bilgileri üçüncü sınıf öğrenci temsilciliği seçimleri vardı ve ben de o seçimlere katılmıştım ama kaybetmiştim. Seçimi Uluç Gürkan kazandı. Beni destekleyeler arasında Mahir Çayan’da vardı. (Kendisi çok sevdiğim arkadaşımdı. Mahir Çayan'la Siyasal Bilgiler birinci sınıftan itibaren yakın arkadaş olduk. Dersleri hep Mahir'le birlikte amfinin balkonunda yan yana oturup dinlerdik. Çok bilgiliydi Mahir.) Böyle alt yapı üst yapı gibi içerisinin ne olduğunu alamadığım laflar konuşuluyordu. Uluç’a sordum. Bunlar ne anlama geliyor dedim. Bana sol düşüncenin önemli taşlarından biri olan Oscar Langer’in kitabını tavsiye etmişti. İkinci olarak onu okudum. Bir de Bülent Ecevit’in Ortanın Solu kitabını okudum. Üç kaynaktan çok etkilenmiştim.

“Ben Samsun Milletvekili iken samsunda bir gazeteci arkadaşla tanışmıştım. Taha Akyol’un da yakın bir arkadaşıydı. Onlarda Sultan Galiyev’i severler. Gazeteci arkadaş, Taha Akyol’a demiş ki Sultan Galiyev’in düşüncelerini çoğaltalım komünistler milliyetçi olur. Taha Akyol’da yok aman yapmayalım milliyetçilerde komünist oluyor, diye cevap vermiş.”

Lazoğlu Muhammed Hakkında Neler Söylemek İstersiniz?
Not 1 (
Mısır'da Maliye Bakanlığı, Savunma Bakanlığı ve 1808-1823 yılları arasında Mısır valiliği yapmış bir Osmanlı devlet adamıdır.. Kavalalı Mehmed Ali Paşa ile beraber 1800'lü yılların başında Mısır'a gelen Lazoğlu, Mehmed Ali Paşa'nın kethüdası olarak görev yapmıştır. Bu unvanla diğer devlet adamlarını ve bölgedeki sivil işleri yönetmiştir. Lazoğlu, Fransız ve İngilizlere karşı Mısır'ın savunulmasında önemli rol oynamıştır. Mehmed Ali Paşa'nın Arabistan Yarımadası'na Vahhabilerle savaşmak için gittiği 15 yıl boyunca Mısır valiliği yapmıştır. Bu süre zarfında Asvan'da bir askeri okulun açılmasına yardım etmiştir. Lazoğlu'nun Mısır'daki Memlükler’in öldürüldüğü Kale Katliamının arkasındaki beyinlerden biri olduğu düşünülmektedir)

1997-1998 yıllarıydı. TBMM Dış İşleri Komisyonu Başkanıydım. Ayrıca eski Dış İşleri Başkanıydım. Aynı zamanda Uluslararası Kooperatifler Birliği Yürütme Kurulu üyesi idim. Mısır’da Uluslararası Kooperatifler Birliği Yürütme Kurulu toplantısı vardı ve Kahire’ye gittim. Kahire büyükelçisi Yaşar Yakış’ta Ankara’dan tanıdığım büyükelçimizdi ve aynı zamanda hemşerimiz olurdu. Birbirimizi sayar severdik. O beni havaalanında karşıladı. Resmi bir gezi değildi aslında ama dostluğumuz münasebetiyle o karşılamak istedi. Beni konaklayacağım otele götürürken bir sokağın başında arabasını durdurdu ve benden dışarı çıkmamı ve tabelayı okumamı istedi. Lazoğlu Muhammed Street yazıyordu. Müthiş heyecanlandım ne oluyor falan dedim. Dedi ki biraz daha sabredin başka bir şey daha göstereceğim dedi ve bu defa Lazoğlu Muhammed Square yani meydanı yazıyordu ve meydanı ortasında da Lazoğlu Muhammed’in heykeli… İnanılmaz heyecan duyduğum bir andı. Heykelin altında da  Minister Of Finance (Maliye Bakanı) yazıyordu. 1850’lerde… Camal Abdülnasır yönetimi sırasında Türklerle ilgili her şey kapatılıyor kaldırılıyor yıkılıyordu. Ne ilginçtir buna dokunmuyorlar. Bakanlıkların en keyiflisi Dış İşleri Bakanlığıdır. Milli takım kaptanı gibisiniz. Ülkeni temsil ediyorsun. Oradan oraya gidersiniz. Senin bir ülkenin ünlü şahsiyetleriyle görmek herkesi mutlu eder. Partililer de çok sıkıştırmaz. Kolay bir bakanlıktır. İki bakanlık zordur. İç İşleri ve Maliye Bakanlığı… Maliye Bakanlığı da sevilmez. Her şey onun başına patlar. 1850’lerde Maliye bakanlığı yapmış bir Türk hala daha adını yaşatabiliyor. Bizim Doğu Karadeniz’de dış dünyaya en çok açılan Hemşinlilerdir. Lazoğlu Muhammed’in de bizim oralı olduğunu düşünüyorum.

 

 
Damat Mehmed Ali pasa

Mehmet Ali Paşa,  1812 doğumlu ve Hemşin’den çıkıyor babasıyla birlikte İstanbul’a gidiyor. Senoz, şimdiki Kaptanpaşa köyünden. Köyün adı da aslen Mehmet Ali Paşa’dan geliyor. İstanbul’da Kaptan-ı Deryalığa kadar yükseliyor. Sultan II. Mahmut dönemi. Abdülmecid’in ablası ya da kız kardeşi olacak, Adile Sultan’la evleniyor. Saraya Damat oluyor. Sadrazam oluyor. Dehşet bir şey bu! Sarayda olarca yüzlerce damat var herkes sadrazam olamaz. Bu adam 40’lı yaşlarda sadrazam oluyor sonra ihtiyaç olduğundan dolayı yeniden Kaptan-ı Derya oluyor. İki Devrin Perde Arkası diye bir kitap var. İmparatorluktan Cumhuriyete geçerken silah kaçakçılığının da bir bölümde anlatıldığı bir kitap. İstanbul’dan silahları çalıp Kastamonu üzeriden Ankara’ya bu silahları getirenlerden bahsediyor. O yol zaten Kurtuluş Savaşının da kutsal yoludur. Kitapta silah kaçakçılığını ve tekne işletmesini Hemşinlilerin organize ettiğini yazıyordu.
Not 2.Kaptanı derya Mehmet Ali Paşa (Not 2: 1813 yılında Rize'nin Çayeli ilçesi Hemşin (Kaptanpaşa) köyünde doğar. Babası Hacialıoğulların'dan Hacı Ömer Ağa. Çocuk yaşında babası ile birlikte İstanbul'a gelerek kaptan-ı derya Pabuççu Ahmet Paşa hizmetine girer. Onun ölümü üzerine Enderun'a girer.
Hemşinli Damat Mehmet Ali Paşa olarak da bilinir.
1828’de saraya alınır, 1831’de 2. Mabeyinci olur ve
Adile Sultanla burada tanışır.
Sultan II. Mahmud, evlenme çağına gelen kızını, kabiliyetli, yakışıklı, uzun boylu ve çok güvendiği Mehmet Ali Paşa ile evlendirmek ister. Bunun için onu 1254 (1838)'de Nizip’te Hâfız Paşa ordusunu teftişe gönderir. İstanbul'a döndüğünde Sultan II. Mahmud vefat etmiş, oğlu Sultan Abdülmecid tahta çıkmıştır.
Kendisi mirlivalık rütbesi ile ödüllendirilir ve bahriyeye gönderilir.
Ardından Askeri Şura üyesi ve Ocak 1841'de Tophane feriki (kolordu komutanı) olur.
31 Ocak 1844'de vezirlik rütbesiyle de Tophane müşiri (mareşal) olur.
Mart 1845'de Âdile Sultan'la nişanlanıp o senenin Temmuz'unda da düğün yapılır.
Bu düğünden bir yıl sonra, 10 Ağustos 1845'de Kaptan-ı Derya (Deniz Kuvvetleri Komutanı) olur. Bu vazifede yaklaşık 2 yıl kaldıktan sonra 20 Temmuz 1847'de azl edilir.
12 Şubat 1848’de ikinci defa olarak kaptan-ı deryalığa (Donanma Komutanı) getirilir.
11 Mart 1849’da Serasker olur.
Mehmed Ali Paşa, 55 yaşında iken, 29 Haziran 1868’de, İstanbul’da vefat etmiştir.

“Ali Topuz bir gece biz de Çinçiva’da misafir oldu. Rize valisi Emniyet müdürü Jandarma… o gece hepsi Çinçiva’da misafirimdi. Çinçiva’da bir gece misafirler ağırlıyor. Servisi Washington Restoranın garsonları yapıyordu.”

BASKLARLA HEMŞERİLİK

İspanya Büyük Elçisi ile Hemşeri Olma Hikayesini Anlatır Mısınız?

Ben belediye başkanıyken kendisi ziyaretime geldi. Büyükelçiler Ankara Büyükşehir Başkanlarını ziyaret ederlerdi. Ben de oların milli günlerine giderdim. İspanya Büyük Elçisi biz hemşeriyiz dedi. Boş bir şekilde nereden dedim. Ben Basklıyım dedi. Yine bir anlam veremedim. Siz bilmiyorsunuz musunuz Basklıların hikayesini, biz Doğu Karadeniz’den geldik dedi. Bizim hemen orada Batum’un yanında İberya diye bir bölge var, oradan çıktık dedi. Hatta onların dilinde gürcüce 500 kelime varmış.
M.S. 700-800 yıllarında bizim oradan çıkıyorlar Karadeniz’in kuzeyinden yola koyuluyorlar ve İberya yarımadasına gidiyorlar.  
İberya adı da oradan geliyormuş. Büyükelçi bunları anlatırken bir de bakın dedi sizin burunuzla benim burum ne kadar benziyor. Hatta Picasso da bizdendir diye ekledi. Onun burnuna dikkat ediniz dedi. Bizim gibi. Tulumun öyküsü anlattı. Hala çalındığından bahsetti. Biz göç üzerinden ilerlerken tulum çalma geleneğini de yaydık dedi.

“Bir gün Ruşen Keleş, ben ve Oğuz Soydan Madritteyiz. Sokakta bir yere gidiyoruz. Bir hanımefendi bizi durdurdu, beni İspanyol sanıp bana bir şeyler söyledi. Ben de İngilizce olarak İspanyolca bilmiyorum dedim. O da İngilizce olarak Bir sokak adresi soracaktım dedi. Ruşen de Hanımefendi o Madrid değil Ankara Belediye Başkanı diye cevap vermişti.”


Kaynak: Çamlıhemşin Dergisi 7. sayı Sayfa; 18

Önceki DURSUN ALİ SAZKAYA
Sonraki ENİŞTEMİZ MİRZA BALA MEHMETZADE...