BİR YAYLA MACERASI…
Pokut tarafından bakınca, karşımızdaki dağın sol yamacındaki Amlakit Yaylası’nı, ardındaki Tatar Dağı’nı ve devamını hep düşünür, merak ederdim.
Çamlıhemşin Albümü için geçen yıl hazırlık yaparken, Meydan Köyündeki arkadaşlara, sohbet sırasında, bu hayalimden bahsettim. Bu güzel insanlar, hemşerilerim, o bakıp, merak ettiğim ufkun kendi yayla bölgeleri olduğunu ve istersem seneye beni oraya götürebileceklerini söylediler.
Mükemmel bir teklifti benim için. Bütün bir senem o bölgeye yapacağım seyahatin planları ve rüyalarıyla geçti ve nihayet zaman gelmişti.
Soldan sağa Metin Gültan, Mehmet Ali Arabacı, Sabit Arı |
YÜRÜYÜŞ BAŞLIYOR…
Bu maceraya başlamak için, meteorolojiye göre en uygun gün 19 Eylül Perşembe’ydi. Meydan Köyünden, yaşça benden büyük ama bedenen benden en az 20 yaş daha genç Mehmet Ali Arabacı ve Sabit Arı hem yol arkadaşlığı hem de kılavuzluk yapacaklardı bana. Mehmet Ali’nin kardeşi Hayri, bizi Tirovit-Palovit aşıtında saat 09:00’ da bıraktı.
Artık deniz seviyesinden 2.755 metre yüksekteydik. Yürümeye başladık. 45 dakika sonra Cofkun Gölü denilen ve yazları kuruyan çok güzel bir düzlüğün içinden tırmanarak, 2.959 metreye çıktık.
Öküz yataklarının, Yukarı Amlakit’in ve Kermukereç gölünün üzerinde yükseklik 2.979 metreydi.
Tırmanmaya devam ederek 2.988 metreye ulaştığımızda, sağ yamacımızdaki karşı dağlarda iki yayla çıktı karşımıza. Samistal ve Hazindağ Yaylaları….
İLK VE SON YEMEK…
Yol üzerindeki ilk içme suyuna bir buçuk saat sonra ulaşabildik ve hafif kahvaltımızı bu subaşında yaptık. Kahvaltı sonrasında yürüyüşe devam ettik. Karmesor’un Öküz yatağını geçtikten sonra, saat 13:30 gibi 2.796 metre’de bulunan, Hala’nın köylerinden Goluna’ya yerleşmiş bulunan kişilerin kurduğu ve kimilerince Hala yaylası, kimilerince de Goluna Sicoğu denilen eski yerleşim yerine ulaştık. Eskiden burada 7 hane yaşarmış. Şu anda duvarların dışında ahşap hiçbir şey bulmak mümkün değil. Sağ tarafta aşağıdaysa, Ezevar denilen, Goluna yaylası tüm viraneliğiyle bize bakıyor. Artık ayakta tek bir ev bile yok. Sabit, üzülerek, o yaylanın biraz daha altında başka bir yaylanın da olduğunu fakat heyelanın tüm yaylayı götürdüğünü söyledi bana.
Bu hüzünlü havayı bir an önce dağıtmak isteyen Mehmet Ali, eliyle işaret ederek, ileride uzaklarda bir boğaz olduğunu ve oraya Get’in boğazı dendiğini, orayı aşınca hemen arkasındaki Meydan Sicoğ’una ulaşacağımızı söyleyiverdi. Gözlerimi kısarak parmağıyla gösterdiği yöne doğru baktım. O boğaz gözüme hiç de yakın görünmedi ya neyse. Yola çıktık bir kez…
İLK YAĞMUR…
Goluna sicoğuna indiğimizde bardaktan boşanırcasına bir yağmur başladı. Gerçi yağmurluklarımız vardı, fakat dik ve yol olmayan vadilerde ıslaklık tüm kayaları, otları, kumarları kaygan hale getirmişti.
Yaklaşık 30 yıldır avcılarla, vahşi hayvanlar dışında hiçbir canlının uğramadığı bu yaylalarda yol diye bir şey kalmamış. Eskiden var olan bütün yolları da ya çığ götürmüş ya da heyelan. Kimi yerlerde kayaların üzerinden kimi yerlerde ise kumar dallarının üzerinden yavaş yavaş giderek bir geçide ulaşmaya çalışmaktaydık. En ufak bir şekilde ayak kaysa herhalde metrelerce sürüklenebileceğimiz dik bayırlardan, taşlıklardan ve kumarlıklardan geçtikten ve avcıların kaybolmamaları için özel boya ile işaretlemiş oldukları kayalıkların tepesine giden ve adeta kaya tırmanışı yaparcasına tırmandığımız bir geçitten geçtikten sonra meydan köylülerinin Merzel dedikleri yaylaya ulaştık.
Merzel yaylasının da, Goluna Sicoğundan bir farkı yoktu. Sadece geride kalan taş duvarlar bulunmaktaydı. Merzel’de 10 ev varmış ve hepsi virane olmuş. Merzel yaylası da Meydan köylülerinin bir yaylasıymış ve en az 30 senedir kullanılmamaktaymış.
Yürümeye devam ettiğimizde benim vücut artık pes demeye başlamış ve hareket kabiliyetim gittikçe ağırlaşmıştı. Arkadaşlarım bu durumu fark edince hemen gelip sırt çantama yardımcı oldular ve ben tekrar yürür hale gelebildim.
Merzel’i üsten geçip, Get’in boğazına doğru ilerlemeye başladığımız da hava yavaş yavaş kararmaya başlamıştı. Yanımdakiler bir an önce hava kararmadan boğaza ulaşalım deseler de bende yürüyecek derman kalmamıştı.
HAVA ARTIK KARARMIŞTI…
18.30 da havanın zifir karanlık olduğu bir mevsimde, Allahtan ay yardımımıza koştu ve onun ışığı ile Get’in Boğazını 19.05 gibi bulduk. Biraz mola ve artık yaklaşmış olmanın tatlı rehaveti ile saat 20.00 de Meydan Sicoğuna ulaşmış bulunmaktaydık.
Sicoğ’da açık söylemek gerekirse bizi neyin beklediğini de tam bilmiyorduk. Şansımıza üstü kapalı olan ve özellikle avcıların bazı yerlerini de naylonlarla kapattıkları ve kendilerini yağmurdan korudukları kayaların üzerinde duran bir ev bulduk ve 11 saat yürüyüşün ardından kendimizi zor içeri attık.
Hava mükemmel, irtifa 2.409 m Karşıda Meydan köyü, Gito ve Badara Mezresi ışıkları gözükmekte. Hemen kapının önünde ateşi yaktık ve günün ikinci öğününü orada yedik. Telefon çektiği için köylülere haber verdik ve Sicoğ’dan havai fişeği gösterisi yaptık.
Uyku tulumları içinde yarı uyku ile ile geçen gecenin sabahında güneşli bir hava ile güne merhaba dedik. Kapının önünde ateşi tekrar canlandırdık ve avcıların bıraktığı şekeri de bulup çayımızı demledik, kahvaltımızı yaptık.
Sicoğun 5 dakika yürüyüşle çıkılan tepesinde Ambarlı yaylası ile başlayan görüntü, Karap yaylası, Gito Yaylası, Badara Mezresi ile devam etmekte ve arkada Çayeli ve Hemşin gözükmekteydi. Zil kale aşağıda bütün haşmeti ile dururken Yolkıyı köyüne kadar birçok köy görünmekte, tepelerinden ise Pazar’ın görüntülerine uzanılmaktaydı. Sal, Pokut ve Hazindağ ise tam karşıda durmaktaydı.
Sicoğ Yaylasının da diğer yaylalardan bir farkı yoktu. Sadece bir tek ev kalınabilecek nitelikteydi. Diğerleri ya yıkılmış veya sadece taşları kalmış durumdaydı.
HAREKET…
Saat 11 gibi hareket edip Meydan köyünün dere kenarındaki düzlüğüne kadar inelim düşüncesi ile hareket ettik. Fakat iniş daha da zor oldu. Çünkü buralarda da yollar tamamen kaybolmuş. Yolun suyun aktığı bölümlerini sel götürmüş ve ayak basacak yer kalmamış, diğer bölümlerinin de tamamı mağol denilen dikenli sarmaşıklar arasında geçmekteydi. Mehmet Ali elinde balta ile sürekli dikenleri açıp bize geçebileceğimiz yolu sağlamağa çalışıyordu fakat hakikaten çok zor bir etaptı. Tek keyifli tarafının yol boyunca yediğimiz Mehuvah ve Çoh olduğu 7 saat sonunda akşam 18.00 gibi, 1.380 m irtifada bulunan Meydan’ın Mezre’sine indik. Artık hava kararmaktaydı. Yolların tamamen kapalı olması ve orman içerisinde karanlıkta zorlanacağımız için yola devam etmemizin artık zor olduğuna ve gecelemeyi burada yapmamızın daha uygun olduğuna karar verildi.
MEZRE’DE GECELEME…
Mehmet Ali’lerin Mezre’deki evleri oldukça büyükçe fakat çatısı yıkılmış bir ev. Çatısı yıkıldığı için iç bölümleri de tehlike arz eden bir durumdaydı. İçeri girdik ve yükleri boşalttıktan sonra arkadaşlar su ve odun temini işine bulaştılar. Su kabı bulamadık. İki tane Çamaşır suyu bidonu gibi kap bulduk ve içme suyunu oradan temin ettik. Ateş için yıkıntılardan ve dal kırıklarından odun temin edildi ve ateş yakılabildi.
Biraz sonra şiddetli bir yağmur başladı ve su aralıklardan içeri akmaya başladı. Allahtan Yağmur uzun sürmedi. Mehmet Ali çatının neredeyse tamamının çürük olmasına aldırmadan çatıya çıkarak akıntının olduğu yerleri tahtalarla kapattı ve bizlere uyuyabilecek bir yer yarattı.
Kendisinin ateşin kenarında oturarak geceyi geçirdiğini sonradan öğrendiğim yarım yamalak bir gecenin ardından sabahı ettik ve tekrar yola devam ettik.
Mağolluklar, Ormanın içi derken çok güzel bir şimşir ormanının içine girdik. Bir tarafta herhalde çevresini el ele verse 3 kişinin ancak kapatabileceği büyüklükteki Gürgen ağaçları, diğer tarafta şiirsel bir görüntü içinde uzanan şimşir ormanları bizi 2 saat sonunda dere kenarına ve seyahatimizin son noktasına kadar getirdi.
Kıssadan hisseler:
- Sakın bilmediğiniz yerlere, çevreyi bilmeyenlerle gitmeyin. Kaybolmak işten bile değil.
- Yardım gelsin diye düşünseniz bile en az 2 günden evvel size ulaşamazlar.
- Köylülerin saat olarak verdikleri mesafeleri en az 3 ile çarpın.
- Su mataralarınız bardaklı olsun.
- Yağmurluğunuz ve ayakkabılarınız sağlam olsun…
Kaynak; Çamlıhemşin Dergisi 3. Sayı Sayfa; 40