ALİ PAŞADAN HEKİYALAR...
Ali Paşa Çağlar Yolkıyı (Küşüve)Köyü doğumludur ve 1912-1990 yılları arasında yaşamıştır.
Firdevs-Halit Çolakoğlu’nun yedi çocuğundan beşincisidir.
Aynı anne ve babadan olmalarına rağmen ”Ben bu firavunlarla aynı soyadını taşımam” deyip soyadını Çağlar olarak değiştirmiştir.
Küçük yaşında gurbete çıkar ve Samsun’a gider. Burada uzunca bir süre ikamet edip 1950 yılı civarında İstanbul’a taşınır ve orada yaşamaya başlar.
1961 yılına kadar orada yaşadıktan sonra köye dönüş yapar.
Elli yaşından sonra, Bahriye Köroğlu ile “Sevdaluk” ederek evlenir.
Askerliğini Kurtuluş Savaşımızın kahramanlarından, doğu cephesinde, Kazım Karabekir Paşa’ya bağlı birliklerde Baytar ve Süvari çavuşu olarak; Kars, Ardahan ve Iğdır’da yaptığını söyler.
- 40 derecede çok at nalladığını yeri geldikçe söylerdi.
Orta okul yıllarımda birkaç defa katır nallamışız, tabiî ki ben katırın ayağını tutardım dedem katırın tırnağını çok az tıraş edip, etrafını düzeltir ve mıhları hiç risk almadan çakardı.
Bir defasında da ben “dede biraz yüzin olmadı mı?” dediğimde,
“Sus ulan firavun, sen ne anlarsın!” dedi.
At veya katır fark etmez, hayvanlara az denebilecek ölçüde yük vururdu, bu özelliğini beraber yük taşıdığımız zamanlardan çokca görmüş bulunmaktayım.
Paşa genellikle Ağustos ayının sonuna doğru Elevit’e gelip bir ay yaylacılık yapardı.
Bu süre zarfında Erzurum-İspir tarafından satılık olarak gelen atların durumunu tescillerdi.
Bir defasında benim de şahit olduğum bir at pazarlığında gösterişli bir at için üç yaşındadır denilmişti ve fiyatı da ona göre biçilmişti.
Alıcı, atı almak istiyordu fakat yaşını ve bir hastalığı olup olmadığını bilmiyordu.
Çevredekiler” bundan en iyi Paşa anlar “dediler.
Atı alacak kişi” Paşam bu ata bir bak üç yaşındadır diyor, birde bir derdi var mıdır?”
Paşa: Atın sahibine ”ağzını aç bakeym?” dedi.
At sahibi atın ağzını açtı fakat at huysuzluk edince paşa yeterli bakamadı ve ”olmadı çarıklı” dedi.
At sahibine ”Atı sağlam tut“ dedi ve kendisi atın ağzını açıp kısa bir süre baktı; ”Çarıklı bu at 6-7 yaşından aşağı değildir” deyince durum biraz değişti.
Paşa cebinden gümüşlük sigara kutusundan bir sigara çıkardı, ağızlığına taktı ve katırcı çakmağıyla yakıp arkasına dönerek orada bulunanlarla konuşmağa başladı.
Satıcı baktı ki Paşa önemli! başladı paşaya izahat vermeye, “Paşam bu atı bende başkasından aldım fakat 6 yaşından yukarı olamaz” diyerek paşadan onay almağa çalıştı. Alıcı “Paşam bi söyle daa ne yapeym, aleym mi? Paşa“at eyyi at, deduğum gibi “dedi ve fiyatta biraz rötüş yapılarak satış gerçekleşti.
Etraftakilerde ”helal olsun Ali Paşa’ya palavracı malavracı ama boş adam değilmiş” dediler.
Paşa’nın Samsun ve İstanbul’da eskicilik yaparak yaşamını sürdürdüğü bilinir. Bir gün Elevit te kahve meclisindekilerden biri kinayeli bir şekilde ”Paşa dayı sen Samsun’da ne yapıyordun?“ dedi, başka birisi “eskicilik yapıyordu daa” diyerek devamını getirdi. Paşa çok sinirlendi, “Ulan! senin eskici dediğin ,,,,,Ben, Samsun’da Pazarı açmadan bir şey satılmazdı, ben tüccardım“ dedi ve akabinde, Anadolu’yu yeniden fetheden, Cumhuriyet’imizin kurucusu, Büyük Önderimizle ilgili olarak ”Atatürk, bir yurt gezisinde Samsun’a Rıza Pehlevi ile geldiği zaman; Bandırma Vapurundan Samsun Palas Oteline kadar kırmızı halı döşeyip ben karşıladım” dedi.
Adın ”Ali mi yoksa Paşa mı?” diye sorulduğunda ”Ulan firavun” deyip kendisi doğduğu zaman babasının ”Ya Hanım bu çocuk çok farklı bir çocuk, bunun adını ne koyalım“ dediğini, annesinin de “Ali kuralım“dediğini, fakat babası Halit ağanın ”olmaz buna sadece Ali yetmez, buna bir de paşa ekleyelim ancak öyle olur” dediğini kızarak anlatırdı.
Ali Paşa Çağlar özünde, tenezzülsüz, mert, karizmatik bir kişiliğe sahipti. Olayları anlatırken, dinleyenlerin gözünün içine keskince bakması, sözcükleri harmonili kullanması, kendine has konuşma tarzı ile dinleyenleri etkilemiştir.
Aynı zamanda o konuşurken kimseden çıt çıkmazdı. Onu herhangi bir konuda konuşturmak için: yanındaki kişiler bir konu üzerinde hararetle sesli sesli tartışırlar ve daha sonra o konunun ana temasına uygun yaşanmış bir olayı Paşa’dan dinlerlerdi.
Toplumda Paşa’yı gaza getirmek için devamlı uğraşılırdı ama o istediği zaman konuya girerdi her zaman atlamazdı. Aynı günde, aynı zaman diliminde en fazla iki konu hakkında konuşurdu. Dinleyenler sessiz gülerlerdi ya da kendilerini kasarlardı, arda arda gelen ikinci konunun sonunda artık herkes gülme krizine girerlerdi, bazıları da anlatılan olaylardaki tutarsızlığın cevabını almak için Paşa’ya soru sorunca o da ”Bu kadar sersemin olduğu yerde artık oturulmaz!” der ve kalkıp giderdi.
Kendisinin anlattığı bir olayda ise; Paşa İstanbul’da eşi Bahriye ile birlikte Akdeniz’e gemi turuna çıkar, dönüşte Adriyatik’te bir bakıyor ki gemi kağnı gibi gidiyor, eee canı sıkıldığından kaptan köşküne çıkar ve “Kaptan bu nedir bu hiç gitmiyorsun!“ der.
Kaptan: "Paşam görmüyor musun 10 metre dalga var! Batmayalım yeter" der
Paşa bu lafın üzerine kamarasına iner ve Bahriye’yi alır kaptan köşküne çıkar.
Paşa: "Kostaaa ahan yengen sana teslim, İstanbul’da ben sizi beklerim!" der ve soyunmağa başlar.
Kosta: "Paşam gemi gidemiyor sen nasıl gideceksin?" der.
Bu arada Bahriye başlar ağlamağa!
Paşa denize atlar, yüz yüz o kadar yorulmuş ki, İstanbul’a varınca bir taksiye atlayıp eve gider ve yorgunluktan duş bile alamadan yatar. Akşama ancak uyanır, hemen duş alır ve bu arada da radyo akşam yedi ajansını vermeye başlar; birde ne bakarsın bizim gemi batmış!
Ali Paşa bir güz günü, Küşüve Irmağında balığa gider.
Bilenler ırmakta Uneğ (Deniz Alası)* olmadığını bilir fakat Ali Paşa akşam kahvede bunu kendi tarzıyla dinleyenlerine anlatır;
(UNEĞ: Yavrulayacak Alabalığa yörede bu isim verilir. Büyüklüğü 4-5 kilodan başlayıp 7-8 kilolara çıkabilir.)
"Efendiler, Akşama var yarum seet, Oltami attum koprinun dibina. Atar atmez kapti.
Aseldum ki gelmez. Çek Allah çek gelmez. Olta kopecek.
Dedum ‘Ya takeldi ya de Uneğtur ‘.
E karanluk te basecek.
Dedum ne olurse olsun ya Allah ya bismillah salladım oltayi kenara.
Oro bi de bakeyim ki bizum Behriye’nun (Eşi ) buzaği.
Zor şer vurdum omuzuma geturdum Eva.
Behriye dedi ki paşa gene irmakte uneh berakmamişsen.
Dedum Behriye bu biza çok gelur, biz zaten iki kişiyik, dağetelum kangşilare(Komşulara)
Doğri dersen Ali Paşa oyle edelum.
Dedum Behriye sen kafanga gore dağet.
Birazini bizum çarukli vereselera(Varis), birazini Alilera, birazini Moinçlare (Yakupoğlu), birazini Kitapçilera verduk.”
O sırada kahvede bulunan gençlerden biri Paşaya gaz vermek için;
Paşa emica, e hep dağettunuz, siza bişe kalmedi! der.
Paşanın istediği de zaten budur,
Sus ülen çarukli,
siz Paşa emicanguzi ne zannedersiz.
Behriye’nun buzaği deduk ya.
Behriye Halanguza dedum ki,
uneğun kalan yarisini ne yapeceksen?
Dedi ki Paşa sen merek etma ben kalanini de keşluk kavurma yaptum, kadela* bastum.”
(*KADEL: Peynir, tereyağı, kaymak, kavurma gibi ürünleri saklamak için ağaçtan yapılmış varil.)
Bir çırpıda anlatabileceğim, bizzat dinlediğim veya üçüncü ağızdan dinlediğim hikayeleri birçok kişi tarafından bilinmektedir, bu vesileyle açılışı yapıp devamını tanıyanlara bırakmayı uygun görüyorum.
Nur içinde yatsın.
Anlatıcı: Kubilay Çolakoğlu,
Kaynak; Çamlıhemşin Dergisi 1. Sayı Sayfa; 68