Bir amcası Ordu mebusu Ahmet Faik Günday,
Diğer amcası Lazistan mebusu Ziya Hurşit,
Abisi Eskişehirin efsanevi Belediye Başkanı Sabahattin Günday,
ve kendisi de bir döneme imza atmış Orhan Günday
Çamlıhemşin’de ve Çamlıhemşinliler arasında aile dışında çok fazla bilinip tanınmayan, fakat hem kendisi hem de ailesi ile bir döneme imza atmış önemli kişiliklerimizden birisidir Orhan Günday.
Çamlıhemşin’in, Mollaveis (Ülkü) köyü, Kürdoğlu ailesindendir.
Amcaları; Ahmet Faik Günday ve Ziya Hurşit, Cumhuriyet ve öncesi devrelerin çok önemli insanları olmuştu.
Ağabeyi Sebahattin Günday ise, Eskişehir’in efsanevi Belediye Başkanıyken, kendisi de İstanbul’da Üsküdar ve Beşiktaş Belediye Başkanlıkları yapmaktaydı.
Orhan Günday’la amcaları, ağabeyi ve kendisi ile ilgili saatlerce sohbet ettik ve bu sohbetler esnasında hiç bir yerde okuyamayacağınız mısraları sizler için özenle seçtik.
Ahmet Faik Günday;
Ben, Ahmet Faik amcamın daha ziyade Menkübiyet, yani kendi köşesine çekildiği zamanlarını hatırlarım.
Görüştüğü birkaç kişi vardı ki; onlarda Ziya Hurşit ile ilgili davada suçlanan 11 – 12 kişiydi. Kazım Karabekir, Ali Fuat Cebesoy, Refet Bele, Cafer Tayyar gibi arkadaşlarıydı bunlar. Çünkü hepsi kendilerini adım adım izleyen ve sürekli peşlerinde olan bir sürü sivil polis memurunun takibinde hayatlarını geçirmekteydiler. Bu sebeple dışarıdan kimse ile görüşmezlerdi.
Hatta yağmurlu bir günde aralarından birisi taksiye binmek için beklerken yağmur altında bekleyen sivil memuru görür ve derki “Gel oğlum! Ben seni tanıyorum! Nasıl olsa aynı yere gideceğiz boşuna ıslanma. “ Fakat biz hiçbir zaman bu konu ile ilgili bir baskı hissetmedik ve yaşamadık. Bu takip İsmet Paşa cumhurbaşkanı oluncaya kadar devam etti.
İsmet Paşa Cumhurbaşkanı olunca Dolmabahçe Sarayında büyük bir resepsiyon verir ve bu muhalif vekilleri de davet eder. Hatta Cumhuriyet Gazetesinin o zamanki sayısında Cumhurbaşkanı ile el sıkışırken amcamın fotoğrafı vardır.
Gerçi 1937 senesinde Atatürk, amcamları tekrar siyasete davet eden bir mektup göndermişti fakat özellikle yengem, amcamın tekrar siyasete girmesini hiç istemedi.
Faik amcam 2.dönem Ordu milletvekiliydi.
Ortada hep bir yanlış anlaşılma vardır. Derler ki; Ziya Hurşit 2. Dönem milletvekili olamadı diye Suikast’ı planladı. Bu doğru değildir. Çünkü ağabeyi 2. Dönem milletvekilidir ve bizler de büyüğe her zaman saygı vardır. O varken kendisinin böyle bir talep içerisinde olması bile doğru değildi. Zaten o zaman iki kardeşin aynı anda vekil olabilmesi de mümkün değildi.
Ziya Hurşit;
• Ziya amcam; 1892 yaşında doğdu diye gözüküyor. Fakat aslında 1317 doğumlu yani 1900 doğumludur.
• Dedem Hurşit Efendi, Hopa da Kadı iken Ziya amcam dünyaya gelmiş.
• Milletvekili olabilmek için yaşı 10 yaş büyütülmüştür. Ölüm tarihi olarak resmi kayıtlarda senesi 1926 gözüküyor. Yaşı kayıtlarda 36 gözüküyor ama öldüğünde aslında tam 26 yaşında bile değildi.
• Yunan işgalinde babam Fazıl Günday, Bursa’da askermiş ve orada yunanlılara esir düşmüş. Esir olarak Eskişehir’e getirilmiş ve orada hapsedilmiş. Ziya amcam o zaman Almanya’da gemi inşaat tahsilindeymiş.
• Milli mücadele başlayınca Ziya amcam arkadaşlarını toplamış ve bakın demiş; hepimiz bir mukaddes görevle tahsil için buraya geldik. Fakat vatanı savunmak daha mukaddes bir görev ve diğer görevimizin önüne geçer. Biz şimdi burada tahsilimize ara verip gidip vatan mücadelesinde yer almalıyız demiş. 4 arkadaşı bunu kabul etmiş ve Türkiye’ye gelmişler. Geldiğinde, ağabeylerim nerede diye sormuş. O zaman büyük amcam Faik Günday idari görevde samsundaymış. Diğer abisi yani babam ise Eskişehir’de esirmiş.
Hemen kalkıyor ve o genç adam hiç bilmediği Eskişehir’e gidiyor.
O zamanlar Eskişehir’in yerlilerinin oturduğu yukarı mahalle denilen bir yer var. Birde tren hattının geçtiği Eskişehir’in ayrı bir bölümü var. İstasyon civarında birkaç otel kıraathane falan varmış. Her şey daha ziyade yukarı mahalle bölgesinde konuşlanmış durumdaymış. Gözüne bir kıraathaneyi kestiriyor ve gidiyor oradakilere “Yunan işgali altında siz burada oturmuşsunuz. Kendi ülkemizde esir durumuna düşmüşüz buna hiç mi tepki vermeyeceksiniz?” demiş. Ne yapabiliriz? demişler. Mesela demiş benim abim askerken kendi ülkesinde yunanlılara esir düşmüş durumda onun gibi birçok askerimizde esir ve her ferde ihtiyaç duyduğumuz vatan müdafaasında bu silah kullanabilecek kişiler devre dışı kalmış durumdalar. Onları kurtarabiliriz demiş ve esirlerin koyuldukları yer neresi diye sormuş. Hapishane doldu, şimdi bazı evleri boşaltıp esirleri oraya koyuyorlar demişler. Yediler denilen bir semt var. Oradaki evlerden birinde olabilir demişler. Bunun üzerine araştırmalarına başlıyor. O arada gözüne kestirdiği birkaç gözü pek gence de; Yahu böyle teslimiyet içinde olmanız garip, biraz mücadele edin, karşı koyun diyor. Koca yunan ordusuna biz ne yapabiliriz diyorlar. Bakın diyor; hapishanelerin hepsi esirlerle dolu diyorsunuz. Bunların hepsi eli silah tutabilecek askeri yapıdaki insanlar. Hapishanelerde ne olacak, en fazla gardiyanlar ve birkaç nöbetçi bulunur, O hapishaneleri basıp biz onları kurtaramaz mıyız? diyor.
Aşağıdaki bölgenin etrafında tepeler var, arkaları da boş. Oralara silahlar dizelim ve Ali Fuat Paşa kolordusu ile Afyondan geliyor, Şimdilik öncüler geldiler tepeleri tuttular diye bir şaiya çıkartalım diyor. Bu şaiya üzerine yunan ordusu bölgenin o kısmına toplanacaktır ve bizde o sırada hapishaneleri basıp esirleri çıkartırız diyorlar ve bunu hakikaten uygulayıp esirleri kurtarıyorlar.
Bu maalesef hiçbir tarih kitabında yer almaz.
• Ayrıca Ziya amcamın İnönü muharebelerine milletvekili iken bilfiil katıldığını kaç kişi bilir. Yani milletvekili iken bizzat İnönü muharebelerine katılıp çarpışmıştır. Buradaki mücadelelerinden dolayı Ziya amcam ve birkaç milletvekiline Şeref Madalyası verilmiştir.
• Ceza hukukunda bir kural vardır; Ceza Hareketleri, Suçta hazırlık hareketleri ve Teşebbüs safhası. Teşebbüs Safhası’da ikiye ayrılır; Nakıs teşebbüs ve Tam teşebbüs. Bir insan bir diğerini öldürmeye niyet edebilir. Fakat suç işlenmemiş, Yani daha teşebbüs aşamasına bile gelinmemiş ve yakalanmışlar. Ortada daha suç yok demektir, fakat idam kararı çıktı. Feciat bir durum. Çünkü ortada teşebbüs yoktur.
• Ziya amcama idam cezası veren İstiklal Mahkemesi hakimleri olan 3 Ali’den hiçbirisi hukukçu değildir. Hiç birisinin hukukla alakaları yoktur ama idam cezası verme yetkileri vardır.•
Sebahattin Günday;
• Sebahattin abim eşi ile babasının rızasını almadan evlenmişti. Babamda bu olaydan dolayı abimi evlatlıktan reddetmişti. Bende o sırada okulun beşinci sınıfındaydım. Abim ortada kaldı. İş aradı, eşi bir mecmuada çalışmaya başladı ama olmadı. Bu sırada abimin aklına Yargıtay’da görev almak geliyor. Yargıtay’a müracaat ediyor. O zaman memuriyete girmek şimdiki gibi değil. Vasıflı kişiler, yeter ki devlette görev almak istesinler, iş bulabiliyorlardı. Yargıtay’dakiler de babamı iyi tanırlardı. “Sebahattin ! Kusura bakma, babanın iznini almadan seni buraya alamayız!” demişler. Fakat yeni evli ve muhtaç durumda olduğu için, O zamanki Yargıtay Başkanı İhsan Bey babama bir mektup yazıp, Darılmazsan! Sebahattin’i işe almak istiyorum, izin verir misin? diye sorar. Konuyu annemde öğrenince annemde bastırır ve Babam cevaben bir yazı gönderir ve der ki “ İşe alacağınız için memnun olmam ama size de darılmam”.
• Abim Yargıtay’a kâtip olarak girdi. İstanbul hukukta okuyordu gitti Ankara hukuk’a kaydını aldırdı. Çok zekiydi fakat dersleri pek önemsemezdi. Bu sebeple yürümedi. Ben liseyi bitirip İstanbul hukuka başlayıncaya kadar bu böyle devam etti. Büyük amcam Faik Bey, Türkiye Şeker Fabrikaları Meclisi İdare Başkanı olmuştu. Abim ona ricaya gitti ve o sayede abim Şeker idarelerinde göreve başladı.
• Ben İstanbul Hukuk Fakültesine başlayınca abim de, bende hukuk okuyacağım diye tekrar ortaya çıktı ve amcam onu İstanbul da ki hukuk bürosunda görevlendirdi ve aynı devrelerde abimle hukuk fakültesine başladık.
• Abim çok sosyal bir adamdı. Çok güzel de sesi vardı. Ders çalışalım diye toplanıp, Hukuktur, Şifa hakkı nedir diye başladığımızda “Bırak şimdi onu ben Nazımdan bir şiir okuyayım” derdi ve başlardı şiir okumaya, Ortada ne ders kalırdı ne bir şey. Tabi böyle olunca birinci sınıfta ikimiz birden kaldık. Bu böyle olmuyor dedi ve yüksek tahsilini daha sonra Eskişehir’deki okulda halletti.
• Hatip gücü çok yüksek ve siyaseti çok seven renkli birisiydi. Belediye Başkanlığı devrelerinde halk kendisini çok severdi.
Orhan Günday;
• İstanbul’da Hukuk fakültesinde okudum. Fransa Paris Hukuk Fakültesinde “Devletler Umumi Hukuku” okudum. Talebe dövizi ile gittim fakat Paris dünyanın en pahalı şehirlerindendi. Paris ateşe militerliğinde bir iş buldum ve eğitimim süresince hem okuyup hem de çalıştım. Fakat çalıştığım yer çok hareketli bir yerdi ve ders çalışmaya vakit bulamıyordum. Bu sebeple eğitimim 5.5 yıl sürdü ve orada lisansüstü eğitimimi tamamladım.
• Hukuk okumak istemimim altında genel bir düşüncem vardır.
Bana göre savunma hakkı çok ulvi bir haktır. Çünkü herkes hata yapabilir. Hakimler de, Savcılarda, Avukatlarda hata yapabilir. Fakat mahkemeler adalet merciidir. Avukatların görevi Hakimlerin de hata yapabileceği gerçeğinden bakıp, yanlış kararlar verilebileceği inancı ile düzelttirmeye gayret etmeleri olmalıdır. Bu görev bana çok ulvi bir görev gelmektedir.
• Avukat olarak işe başlamak kolay değildi. Ofis açmak ve çok masraf etmek lazımdı. Kimse Orhan büro açmış hadi ona iş verelim demezdi. Üstelik babam benim savcı veya hakim olmamı istiyordu. Babam eğitimden sonra “Ben sana eğitimin süresince para verdim ama sen benim dediğimi dinlemedin. O sebeple sana artık para yok” dedi. Ben çocukluğumdan beri biriktirdiğim tüm kuruşları ortaya döktüm.
• Habip Edip Töreman diye 1951 yılında İsviçre’de müthiş para kazanmış ve Türkiye’de gazete çıkartmak isteyen bir Türk vardı. Mustafa Mermi, Sacit Öğet diye çok değerli gazetecileri bulmuş ve Türkiye’nin en iyi gazetesini çıkartmak niyetinde idi. Adını Yeni İstanbul koymuşlardı. O süreçlerde benimde kafamda oluşmuş bir sürü fikirler ve onlarla ilgili inançlar vardı. Bu fikirlerimi kaleme aldım ve götürdüm tanımamama rağmen Sacit Öğet beye düşüncelerim bunlardır diye verdim. Bir gün yolda Sacit Beyle karşılaştım ve bana yazılarınızı çok beğendik ve bildiğiniz gibi dünden beri yayınlıyoruz dedi. Lütfen Vezneye uğrayın da paranızı alın dedi. Fakat ben o zamanlar Cumhuriyet Gazetesi okuyordum ve yazıların yayınlandığından haberim bile yoktu.
Çok utandım ama belli etmemeye çalıştım. Hemen gittim birkaç günlük gazeteleri buldum. İkinci sayfada o zamanki adı ile İştimai meseleler diye bir bölümde benim yazımı gördüm. Sol üstte Burhan Felek yazıyor ve sağ alt köşede benim yazım vardı. Velhasıl oraya yazı verdikçe bir gelir elde etmeye başladım. Değişik gazetelerde değişik yazılarım çıktı ve elde ettiğim gelir avukatlık stajımı tamamlattı.
• Askerliği Ankara’da 1952 yılında Askeri Hakim olarak yaptım.
• Askerlik bitiminde babamı yazıhane konusunda gene bir yoklamak istedim baktım olumsuz.
• Abimin sınıf arkadaşı Hasan Polatkan o zaman Maliye Vekili, Babama Bey amca diyen bir kişiydi. Ona gittim. Başka bir taleple gitmiş olmama ve arzu etmememe rağmen beni İstanbul’a Hazine Avukatı olarak tayin ettirdi.
• Menderesin İstanbulda istimlaklar yaptırdığı bir devreydi o zamanlar işlerimiz çok yoğundu. Bir müddet çalıştıktan sonra bir gün Belediye Avukatı olarak adliyeye gittim. Duruşmalarım bittikten sonra öğle saatlerinde, Saraçhane başındaki belediye binasına gittim. Bina girişinde kapıcı tebrik ederim dedi, Asansöre bindim asansörcü tebrik etti, Hukuk işleri 3. Kattaydı oraya gittim avukatlar beni görünce Orhan hayırlı olsun diye ayağa kalktılar. Ne oluyor dedim.
Bilmiyor ayaklarına yatma, Gazetelerde çıktı dediler. Sarıyer’e Belediye Başkanı olmuşsun dediler.
• O zamanlar İstanbul’da farklı bir uygulama vardı ve bu uygulama Paris’ten alınmıştı. Paris’te eskiden beri Fransa Belediyelerinden ayrı çok farklı bir sistem uygulanır. Çünkü şehrin geçirdiği tarihi sebepler, ekonomik sebepler, sanatsal sebepler vardır, Bu ve benzer sebeplerden dolayı Paris için özel bir belediye rejimi uygulanmalıdır diye düşünüyor Fransız Hükümeti ve Paris için özel bir belediye rejimi uygulamasına geçiliyor. Düşününki ben Paris’te iken 120.000 Ressam ve 80.000 heykel yaşardı Paris’te..
• Paris’i 20 bölgeye ayırıyorlar ve bu bölgelere halkın oylarıyla değil de Paris’in değerini bilebilecek ve katma değer sağlayabilecek kişilerin atama yöntemiyle idare edebilecekleri bir sistem yaratıyorlar.
• İstanbul Belediyesi, 1930 senesinde, 1580 sayılı Belediye Kanunu yapılırken, Paris’teki uygulamayı örnek almışlar ve tüm Türkiye’den ayrı olarak bu rejimi uygulama kararını çıkartmışlar. Fakat biraz alaturkalık orada da devreye girmiş. İstanbul’u 14 bölgeye bölmüşler ve her bölge için bir belediye başkanı planlamışlar fakat Paris’tekinden farklı olarak hepsinin başına da ayrıca bir Belediye Başkanı koymuşlar. Bunlara Belediye Başkanı değil de, Belediye Şube Müdürü sıfatını layık görmüşler. Bu şube müdürlerinin inanılmaz yetkileri vardı.
• Beni Sarıyer Belediye Şube Müdürü olarak tayin etmişler. 1971 sene sinde Belediye Başkanı olan Haşim İşcan beni bir gün makamına çağırıp “Orhan bey siz Belediyecilik İhtisasımı yaptınız diye sormuştu, Evet demiştim. Fakat avukatlık yapıyorsunuz diye devam etti bende gene evet demiştim. İdareciliğe geçmeyi düşünmez misiniz? Beyoğlu’nda size ihtiyacımız olabilir demişti. İstemediğimi o zaman söylemiş ve kabul etmemiştim. Gerekçesini sorduğunda ise; “Beyoğlu gibi her türlü dalaverenin döndüğü bir yeri temizlemek ne kadar mümkündür bilemem. Sonra baştaki asıl malı götürüyor diye hakkımda atıp tutulmasını ve boş yere kirlenmiş olmayı istemiyorum, lütfen beni düşünmeyin” demiştim.
Haşim İşcan bana dönüp; “Orhan Bey en büyük hırsız ben miyim demezmi!” … “Siz namusunuzla şerefinizle bu işe seçilmiş bir insansınız” diye toparlamaya çalıştım konuyu fakat anladım demiş ve “Bu iflah olmaz“ diye konuyu kapatmıştı.
• Aradan bir sene geçtikten sonra yeni Belediye Başkanı Dr.Fahri Atabey olmuştu. Hiçbir şeyden haberdar olmadan, duruşma akabinde geldiğim ofisimde herkesin beni tebrik etmesi garibime gitmiş ve gazetelerden öğrendiğim kadarıyla Sarıyer’e Belediye Şube Müdürü olmuştum.
Hemen Fahri Atabey’in yanına gittim. Orhan Bey hayırlı olsun,dedi.
Aman efendim dedim. Ben bunu Haşim beyin zamanındada yaşamıştım ama o hiç olmazsa lütfedip bana sormuştu dedim siz hiç sormadınız bile. Beni bağışlayın ben bu görevi alamam dedim ve Haşim beyle yaşadığım olayı olduğu gibi anlattım.
Bana Sarıyer perişan halde, Gecekondular almış başını gidiyor dedi. Bunu ancak siz durdurabilirsiniz dedi. Beyefendi dedim ben zaten Suadiye’de oturuyorum. Belediye reisliği yapan kişinin o semtte oturması lazım. Herhangi bir problemde reisin hemen orada olması gerekir. Her hangi bir problem bana bildirilse bile benim yetişmem mümkün değil dedim.
Haklısın dedi. O zaman sizin Üsküdar’a tayininizi yapayım dedi. Benim aman dememe müsaade etmeden oranın 5 ana konusu var. Siz hukukçusunuz çözersiniz dedi. Ben hala aman efendim derken o bana Orhan Bey bu 5 meseleyi halledin, Dâhiliye vekaletine teklifte bulunacağım ve ben sizi oradan aldıracağım, Söz veriyorum dedi. Artık başka bir şey diyemedim.
• Üsküdar ve Eyüp, İstanbul’un fethinden 110 yıl evvel Türklerin eline geçmiş eski yerlerdir. Çok uzun görevler yaptım. Tabi kaçak yapılar filan bizleri çok uğraştırırdı. Eşim doktordur. Bir gün emniyetten ayrılmış ve kaçak kafeterya açmış biri, tabi benim kafeteryayı kapatmamdan sonra eşimin çalıştığı Hastahane’ye gitmiş ve demiş ki. Sizin o kocanız ne Allahın cezasıydı. Para ver almaz, İşi yap yapmaz, Vurucam onu demiş. Eşimde bana geldi ve milletin üstüne çok mu gidiyorsun dedi. Bende baklayı çıkart ağzından deyince konuyu anlattı. Vay kereta dedim….
• Bir gün eve geldim, eşim telefonla birisinin beni aradığını ve yarına kadar beni öldüreceklerini söylemiş. Gerçi biz alışmıştık artık bu tip söylemlere.
Sonra telefon çaldı açtım ve siyasi şubeden şube müdürü bir ihbar aldıklarını ve beni yarına kadar öldüreceklerinin istihbaratını aldığını söyledi. Tedbir almamız lazım dedi. Ne düşünüyorsunuz? dedim.
Hemen birkaç sivil arkadaş göndereyim onlar sizi korumaya alsınlar dedi.
Bir düşündüm. Bir salonum var 2 tanede küçük odam var. Ben ne yapacağım bu kadar adamı.
Zaten o senenin Haziran ayında ben Belediye Başkanı olan Aytekin Kotil’e gittim ve günahıyla sevabıyla, ben bu görevlerde eskidim ve ben istifa etmek istiyorum dedi.
Orhan Bey dedi; ben sizin yerini dolduracak bir adam bulana kadar lütfen görevinizde kalın dedi. Kasıma kadar Aytekin beye ara sıra sorsam da henüz bulamadık diye beni hep oyalıyordu.
Siyasi şubeden de böyle bir talep gelince ben daha ne duruyorum ayrılırsam bu tehditler ortadan kalkar diye düşündüm ve Aytekin beyi aradım ve istifamı vereceğimi söyledim. Yarın konuşuruz dedi. Fakat siyasi şube müdürü benim birkaç gün evden çıkmamı zaten istemiyordu. Ben gelemem dedim ve istifa dilekçemi yarın size gönderirim dedim. Bir şey demedi ama biraz darıldı bana.
Ayrıldım aradan ama birkaç ay sonra evren paşa el koymaz mı idareye.
Abdullah Tırtıl Paşa İstanbul'a Belediye başkanı olunca beni tekrar göreve çağırdı fakat artık yapmak istemiyordum. Peki dedi o zaman lütfen bana danışmanlık yapın dedi. Peki dedim ve benim kamudaki son görevim o oldu.
Kaynak: Çamlıhemşin Dergisi 2.Sayı Sayfa; 30